11 Ekim 2010 Pazartesi

Girizgah



...o sıradan içme gecelerinin birinde ansızın sordu;
"Peki şimdi ne yapacaksın?"
Ne mi yapacaktım? Elimdeki şarap kadehine öylece baktım. İçiyordum işte ve içmeye devam edecektim. Yani şu an için.. Ya sonrası? Elimden geleni yapmaya çalışıyordum, ama bu anlamsız çabaların ardından beni mutlu edecek hiçbir şey olmuyordu. Gerçekten ne yapacaktım? Bu soruya önceleri onlarca kez cevap vermeme rağmen şu an cevap çok uzaklardaydı. Hem nereden çıkmıştı bu soru şimdi. Canımı sıkmıştı yine.
"Neden yazmıyorsun?" dedi.
Yazmak derken? Bunca yoksunluğun ve aylaklığın arasında birde yazmaya vakit mi ayıracaktım. Her güne birbirinin aynısı saçma duygularla uyanıp aylak aylak iş ararken, onlarca ahmağın gereksiz açıklamalarından sonra kendime ulaşmaya çalışırken mi? Akşam şiş tabanlarla eve geldiğim zaman bir iki kadehle kendimi rahatlatırken.. O zaman mı yazacaktım? Hem yazdıklarımın ne değeri olabilirdi ki?
Yüzünü buruşturmuş, cevap bekliyordu. İyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Bazen yüzünün ortasına bir yumruk patlatmak için neler vermezdim diye düşünüyordum. Şimdide o sinir bozucu suratına bir yumruk atsam rahatlayacaktım, ama ardından kendi kendime yine aynı soruları soracak ve ne yapacağımı düşünmeye başlayacaktım. Bu gece tadımı bir kez kaçırmıştı artık.
Derin bir nefes aldım ve kadehin dibindeki şarabı mideme indirdim.
Radyo hala ısrarla Chet Baker çalmaktaydı. "Tamam" dedim öylesine, "Aklımda bulunsun."
Hiç bir işe yaramayacaktı.
"Kerouac'ta böyle düşünmüştü zaten."
Almost Blue...

Hiç yorum yok: