7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yarasa Hayaller

Parlak gün doğumunun karanlık bir batıştan daha fazla bir değeri var mıydı ki? Gecenin değerini bilmeyen elbet bunu bilemezdi. Tıpkı gençlik vakitlerinin heyecanıyla onunla henüz kızlık zamanlarında tanışmıştı. Sanki artık o zamanlarında değil gibi. Hoş değildi de. Kadın olmuştu sonunda, onun kadını.. Varlığından ilk haberdar olduğu gece ne kadar uzak geliyordu ve ne kadar yakın hissettiriyordu onu sanki tezatlık hiç yabancı değilmiş gibi. O gece onun olmuştu. Karanlığın bürüdüğü bedenleri birbirine kavuşmuş, ikisinin de gerçek yüzünü tüm koyuluğuyla kaplamıştı. Geceyi insanlığın kusurlarını kapattığı için severdi. Ve gündüzden o denli nefret ederdi her şeyi olanca gücüyle ortaya koyduğu, tüm gerçekliği ortaya çıkardığı için. Artık gerçeklere ihtiyacımız yok derdi, tek ihtiyacımız olan hayaller, belki de biraz avuntu. Gecenin vaadi bu muydu? Ya da buna olanak mı sağlıyordu bilemezdi fakat gündüz kadar acımasız değildi. O maviden yoksun deniz kıyısında sadece yakamozun ışığında birbirlerini seçmeye çalışırlarken her şey ne kadar çabuk olup bitivermişti. Onun o iri ve sıcacık bedenine gömülüyor, çocuk masumluğu bacaklarının arasından akıp denize karışıyordu. Biliyordu artık, yeri onun yanıydı. “Bir gün bu sularda boğulmak istiyorum” demişti, “bir kayıkta denizin sonuna doğru sürüklenmek, dalgaların arasında kaybolmak istiyorum.”