5 Ekim 2014 Pazar

Bir kitap insana ne zaman gelir?*

Bir kitabın insanın eline yahut zihnine
ne zaman düşeceği hiç belli olmuyormuş.
Bir metnin ya da bir şiirin ya da kısa,
evet oldukça kısa tek bir cümlenin bile.
Don Kişot örneğin beni onca yıl sonra yaralayan,
otuz küsür yıl sonra yanıma gelip de
keşke çok evvelinde okusaydım diye ağlatan,
ya da Ulyyses, bir kaç sayfadan sonra kapanıp da,
orta okul günlerinin asabiyetiyle
bir daha hiç açılmamak üzere kenara fırlatılan...
Sahiden, bir kitabın insana yahut dünyaya
ne zaman geleceği hiç belli olmuyormuş,
Don Kişot erkenden uğrasa değirmenlere karşı,
ya da Ulysses yıllar sonra konsa bir Haziran ayında
gözlerime, zihnime, ellerime...
Ne olurdu?
Kaçırılan deve yüküyle cümle
ya da henüz yazılmamış onlarca dize,
Dünyanın rengini açar mıydı yoksa koyultur muydu?
Hiç çekinmeden belki de oldukça farklı yollarda alı koyardı da
beni, farklı cümlelerle söylettirdi bildiğim tüm türküleri.
Aslında oldukça mühim oluyormuş böylece
kitapların okuyana geliş zamanının önemi.
Şimdi hiç sırası dememek için
aslında bilmek gerekiyormuş öylece
harf sırası gözetmeden tüm cümlelerin ehemmiyetini.
En önemlisiyse eğer bir metin geldiyse bir kez,
hiç çekinmeden benimseyip de onu yakalamak,
harflerine dek ufalmakmış esas olan,
Çünkü insanlar yakaladıklarıyla değil de
kaçırdıklarıyla ızdırap çekiyormuş bir ömür boyu...


*Yazmaya devam öyleyse. Kaldığımız yerden...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yarasa Hayaller

Parlak gün doğumunun karanlık bir batıştan daha fazla bir değeri var mıydı ki? Gecenin değerini bilmeyen elbet bunu bilemezdi. Tıpkı gençlik vakitlerinin heyecanıyla onunla henüz kızlık zamanlarında tanışmıştı. Sanki artık o zamanlarında değil gibi. Hoş değildi de. Kadın olmuştu sonunda, onun kadını.. Varlığından ilk haberdar olduğu gece ne kadar uzak geliyordu ve ne kadar yakın hissettiriyordu onu sanki tezatlık hiç yabancı değilmiş gibi. O gece onun olmuştu. Karanlığın bürüdüğü bedenleri birbirine kavuşmuş, ikisinin de gerçek yüzünü tüm koyuluğuyla kaplamıştı. Geceyi insanlığın kusurlarını kapattığı için severdi. Ve gündüzden o denli nefret ederdi her şeyi olanca gücüyle ortaya koyduğu, tüm gerçekliği ortaya çıkardığı için. Artık gerçeklere ihtiyacımız yok derdi, tek ihtiyacımız olan hayaller, belki de biraz avuntu. Gecenin vaadi bu muydu? Ya da buna olanak mı sağlıyordu bilemezdi fakat gündüz kadar acımasız değildi. O maviden yoksun deniz kıyısında sadece yakamozun ışığında birbirlerini seçmeye çalışırlarken her şey ne kadar çabuk olup bitivermişti. Onun o iri ve sıcacık bedenine gömülüyor, çocuk masumluğu bacaklarının arasından akıp denize karışıyordu. Biliyordu artık, yeri onun yanıydı. “Bir gün bu sularda boğulmak istiyorum” demişti, “bir kayıkta denizin sonuna doğru sürüklenmek, dalgaların arasında kaybolmak istiyorum.”

1 Aralık 2010 Çarşamba

Usulsüz Yaşam



‘‘Sahibinden satılık eşsiz hayatlar

Hiç kullanılmamış, temiz hayaller

Acil aranan tatlı anılar…’’

Evimin karşısına asılmış olan çeşitli ilanlar gözüme iliştiğinde, ilk başta anlam veremedim..İşi eğlenceye vuran canımız ciğerimiz canki gençlik diye düşünmeden edemedim.…

İlerleyen zamanlarımda kusursuz ve şatafatlı hayatların ve kaybedilmiş onca hayalin ortasında kalıverince anladım tüm tezgahı..

Hiç kullanılmamış temiz hayaller kulağa oldukça hoş gelmekteydi. Acil olarak anılara da ihtiyaç duyabilirdim ama mutluluk parodisine kapılmamak ve sevinç buhranında kaybolmamak adına vazgeçtim diğerlerinden. Duvara asılı olan ilanı kopartıp, üzerinde yazılı olan adreste aldım soluğu. Hayalini duvardan yırtıp alan, içten bir tebessüm eşliğinde civardaki alandan ayrılıyordu.

17 Kasım 2010 Çarşamba

İzah


Sessizliğin içime işlediği zamanlarda yaptığım gibi mutlu olmaya çalıştım. Sigara içtim, televizyon izledim. Bunlar kesmedi votka şişesinin dibinde bulmaya çalıştığım kaybolmuş gülümsemeleri. Her defada hüzne bulandım mutluluktan öte. Sokaktan korktum. Belki de agorafobim vardı ama benim sorunum yabancılaşmaktı insanlara. “Hümanist köpekler sizi.” Benim sözlerim olamazdı. Kapı çaldı, yüreğim burkuldu. Açmadım kapıyı. Israrla çaldı, çaldıkça kulaklarımın ardında zihnimde çınlıyordu. “Evde olduğunu biliyorum” dedi kapının ötesindeki ses. İstemeyerekte olsa kucakladım geleni. İstemeyerekte olsa sessizliğe ortak oldu. Gülmedim, konuşmadım… Korkmuştu anlaşılan, nefes bile alamıyordu. Gözleri sulandı, beyni sarsıldı. Elime geçeceğini sandı. Sonunda gitti. Kalamayacağını biliyordum. Korkak varoluşçu.

İstediğim oldu. Artık tamamen yalnızım. Kapının çalması için bu kadar umutlanacağımı, bu kadar heyecanlanacağımı düşünemezdim.. Kısır bir döngünün, körelmiş bir parçası olarak mutlu olmaya çalıştım. Yemek yedim ama kilo aldım. Sigara içtim ama dumana boğuldum. İçki içtim ama alkole vuruldum. Ölmedim çünkü ölemezdim. Eski bir silah duruyordu önümde ama patlatacak kafam yoktu. Şairin sesi ilişti kulağıma, “Tanrım bir sayfa daha, zihni yüceltmek için.” Elime bir kitap aldım ve okumaya başladım. Vücudum uyuştu ve gözlerim karardı…

NOT:

Parti hayaleti 3 bölüm olarak yayınlandı fakat kitaplaşma sürecinde olduğu için bundan sonra devam etmeyecek. Basılır ya da basılmaz, okunur ya da okunmaz artık bir muamma fakat blogdan çok uzakta.

Çok yakın bir zamanda sessizlik senaryosu ve tütün günlükleri devamlarıyla birlikte sona yaklaşacak. Ayrıca film ve kitap incelemeleri çoğalacak. Belki de hiç olmayacak…

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bunny Munro'nun Ölümü



Bunny Munro'nun ölümü Nick Cave'in "Ve eşek meleği gördü"'den 20 yıl sonra yazdığı ikinci eseri. Türkçede Siren Yayınları etiketi ve Avi Pardo çevirisiyle raflardaki yerini aldı.

Bunny Munro kozmetik malzemeleri satan vajina saplantılı bir pazarlamacıdır. Bu saplantısı yüzünden karısı dahil ardında onlarca kurban bırakmıştır. Bunny Munro yanlış bir şeyler yaptığının farkındadır. Zira kitabın açılışı Bunny Munro'nun paranoyası ve ne hata yaptığını düşünmesiyle başlar. Karısının intiharından sonra oğlu Bunny Munro Jr.'ı dahi kabullenemeyecek duruma gelmiştir. Aslında tek düşündüğü vajinadır. Sık sık Kylie Minoque ve Avril Lavigne gibi ünlülerin vajinalarını ve karşısına çıkan her dişinin vajinasını düşünür. Bu saplantılarının peşinden giden Munro karısının ölümünden sonra hayatına istemeyerekte olsa oğlunu da ortak etmek zorunda kalır ve yeteneklerini ona aktarmak için harekete geçer. Esas fikir insanın kendini pazarlamasıdır. Pazarlamanın esas amacıdır bu. Ama bir yerlerde yanlışlık yaptığını hissediyordur ve ne olduğunun farkında değildir. Zaten bu da Bunny Munro'nun beklenmedik sonunu getirir. Sonunun geleceğini o zaten çok önceden bilmektedir. "Ve gece, yakında ölecek olan bir adama yakışır biçimde suskun ve saygılı."

28 Ekim 2010 Perşembe

SSS 2


Sessizlik Senaryosu

Sahne 2

GECE - SOKAK

(Sokakta erkeğin adımlarını takip etmekteyiz. Ayağında kundura tipinde siyah ayakkabı bulunmaktadır. Hızlı hızlı yürümektedir ve ıslak kaldırımda yürürken zorlanmaktadır. Bir süre sadece ayak sesini duyarız ve ayaklarını takip ederiz.)

(Ardından kız ve kendisinin yan yana yürümekte olduğunu görürüz. Erkek yürümekte zorlanıyordur. Sol eliyle kızın sağ elini tutarken, kızı peşinden sürüklemektedir.)

KIZ – Biraz yavaş olsana, her an kayıp düşebilirim.

(Erkek yavaşlamaz ve hala hızlıca kaldırımda yürümektedirler. Bir süre gittikten sonra kızın isteksiz olduğunu anlar ve elini bırakır.)

ERKEK – İstersen burada kalabilirsin. Devam etmek zorunda değilsin.

(Kız nefes nefese kalmıştır. Birkaç kısık nefesten sonra yüzünü buruşturur ve eliyle saçlarını arkaya doğru iter.)

KIZ – Keşke kalabilsem. Keşke ömrümün sonuna kadar buradan ayrılmasam. Bunu düşünebiliyor musun?

(Kız sinirlenmiştir. Bakışları üzgündür ve sesinde sinir hakimdir. Bakışları erkeğin suratındadır. Erkek yere eğilmiş ve dizlerini tutmaktadır. O da nefes nefesedir. Doğrulduktan sonra)

ERKEK – Henüz hiçbir şey için geç değil. Burada kal ve güneşin doğuşunu izle.

(Kız o anda ağlamaya başlar. Anlaşılmayan şekilde söylenmektedir ve bir yandan da ağlamaktadır. Erkek yanına yaklaşmak ister ama ona doğru birkaç yumruk savurur. Bir süre ağlar ve kendine geldiğinde)

KIZ - Bizim için hala güneşin doğacağını mı sanıyorsun...

Takıntı - Parti Hayaleti Kısım 3



Kısa bir bekleyişten sonra kitabın parasını ödedim ve kendimi kitapçının cam kapısından dışarı bıraktım. Amanda o sırada sigara içerken, bir yandan yoldan geçen arabaları izliyordu. Bir anlığına aklımdan bu kızla sevgili olabileceğim geçti. Son zamanlarda ne zaman bir kızla muhabbet etsem aklımın bir köşesinde bir ilişki yaşayıp yaşayamayacağım düşünceleri vuku buluyordu. Bilmiyorum neden ama bir süre bu ihtimalleri düşünürken ardından hemen kendime lanet ediyordum. Zengin edebiyatı palavraları vardır ya, hani derler ruh güzelliği önemlidir. Benim için bu kesinlikle koca bir zırvaydı. Dış güzellik hatta abartıp giyim, konuşma tarzı, adı ya da ne bileyim ilgilendiği herhangi bir şey karşımdakine nasıl davranmam gerektiğini kolayca etkileyebiliyordu. Bu yüzden karşı cinsten hemen soğuma ve bir an önce yanından uzaklaşma hislerine kapılan bir yapım vardı. Şimdi tekrar başlıyorduk. Amanda.. Dediğim gibi, kitapçıdan çıktıktan sonraki o kısa duraksamadan sonra aklımdan bir an etkileyici biri olduğu geçti. Görünümü, konuşması, giyimi ve göründüğü kadarı ile edebiyatla ilgileniyor oluşu şimdilik onun lehine hareket etmişti. Eğer bundan sonra her şey yolunda giderse onunla ilişki yaşamamak için hiçbir neden yok gözüküyordu. Yok muydu gerçekten? Kendimi mi kandırıyorum. Nasıl olamazdı ki? Şu an saçma sapan bir ilişkisi olabilir, koyu dindarlığı yüzünden erkeklere uzak davranıyor olabilir, aids ve benzeri ölümcül bir hastalığın pençesinde olabilir yada hararetli bir lezbiyen olabilirdi. En kötüsü koyu dindar, hastalığın pençesinde bir lezbiyen olmasıydı. Tüylerim diken diken oldu. Yani böyle onlarca ihtimal daha vardı. Bu yüzden tekrar ilişki yaşama ihtimallerini kafamdan uzaklaştırdıktan sonra usulca yanına yaklaştım.